İdil'e maya çalındı, tuttu

-
Aa
+
a
a
a

 

Hülya D. Demircan: Evet sevgili Açık Radyo dinleyicileri, Van’dan geldim ama yalnız da gelmedim. Eli boş gelmedim. Yanımda bugünkü konuğum olan, tanışmaktan çok keyif ve onur duyduğum sevgili hocam Prof. Dr. Ayşe Yüksel ile geldim. Daha doğrusu, tesadüf aynı zamanlarda burada bulunuyormuş. Kendilerini hemen programımıza davet edip Van ve kendisi hakkında ayrıntılı bilgi almak için davet ettik. Hoş geldiniz hocam.

 

Ayşe Yüksel: Hoşbulduk. Çok teşekkür ederim zarif davetinize.

 

HD: Rica ederim. Önce Aysel Yüksel’i tanıyalım. Ardından Van’a geçeriz. Bize kendinizden biraz bahseder misiniz?

 

AY: İki yıldır Van 100. Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesiyim. Ondan önce de İstanbul Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezinde çalışıyordum. Neden Van’a gittim, isterseniz ondan söz edeyim. Biz iki yıl öncesine kadar, sonuçta geçmiş 20 yıl içerisinde halk sağlığı çalışmaları yapmak üzere, başta Van Türkiye’nin bütün kırsal bölgelerini dolaşmıştık; Prof. Dr. Türkan Saylan hocamla birlikte lepra ağırlıklı sağlık çalışmalarını yürütmek için. Bu nedenle ne yazık ki ben İstanbul’da, -ne yazık ki diye özellikle söylüyorum çünkü yaşamın kırsal bölgede geçmesi benim için artık daha anlamlı- o nedenle, İstanbul’da doğdum büyüdüm ve üniversiteyi bitirene kadar İstanbul dışına da çıkamamıştım. Sonra lepra çalışmaları için Anadolu ile tanıştık. Köy köy, ilçe ilçe, kasaba kasaba dolaşarak o bölgenin güzel insanlarını güzel coğrafyasını, farklı ve zengin kültürünü tanıdık. Bu bizi tabii çok güçlendirdi, zenginleştirdi ve kendimizin daha farklı olduğunu hissetmemize yol açtı.

 

HD: Nedir bu farklılık?

 

AY: Bu farklılık gerçekten sizi bir kere içinizde mutlu eden bir farklılık. Sizin büyük şehirde yaşayan birçok kişiye göre daha zengin olduğunuzu hissettiren bir farklılık.

 

HD: Bu gittiğiniz ziyaretlerde anladığınız farklılık değil mi?

 

AY: Evet evet, çünkü Türkiye’nin Van’ında, Hakkari’sinde, Maraş’ında, İç Anadolu’sunda yaşayan insanlar sizden ne kadar farklı, ne kadar ortak onları görüyorsunuz. Hâlâ bile büyük şehirlerde yaşayan bizler o bölgenin insanlarını tanımıyoruz. Diyoruz ki onlar farklı veya onlar da büyük şehir insanı, daha farklı. Böyle bir şey yok aslında. Hepimiz insanız, hepimiz aynı şeye üzülüyoruz, aynı şeye seviniyoruz. Bunlar bizim ortak paydamız. Ama bu ortak paydanın yanında kültürel farklılıklarımız, eğitim farklılıklarımız, yaşam biçimimiz, sahip olduğumuz coğrafi güzellikler gibi artılar ve eksiler var ne yazık ki. Bu nedenle TC yurttaşı olmak onur verici bir şey. Ama bu onuru taşıyabilmek için bütün ülkeyi tanımak gerekiyor. İşte ben farklı hissediyorum derken bu anlamda kendimi farklı, mutlu ve güçlü hissediyorum.

 

“Afrika’ya çok benzediğini fark ettim”

 

HD: Katılıyorum size, çünkü ben de o farklılıkları hissediyorum. Sizinle biraz ortak kaderimiz var. Çünkü ben de büyük şehir çocuğuyum. Üniversite hayatımda ben de ilk defa kırsal bölgeye gittiğimde şok olmuştum o yaşlarda. Söylediğiniz şeyleri sanıyorum ben de yaşadım. Hakikaten zenginleştiğimi hissettim. Farklılaşma derken sanırım o zenginleşmeyi kastediyorsunuz.

 

AY: Tabii olumlu anlamda farklılaşma diyorum. Yine ben de üniversiteyi bitirdiğim yıl eğitim için bir yıl Afrika’da kalmıştım, Tanzanya ve Etiyopya’da. Orada yaşamı, insanları tanıyınca, birçok yerindeki zorlukları görünce, siz de o zorlukların bir parçası olarak orada yaşayınca gerçekten çok etkilenmiş ve üzülmüştüm. Demiştim ki kendi kendime “neden dünyada bu kadar gelişmiş ülke varken hâlâ gelişmemiş ülkeler var” diye.

 

HD: Aslında sorunun içinde cevap da var galiba.

 

AY: Ben o zaman ne yazık ki Ankara’nın doğusunu bilmiyordum. Zannediyordum ki bu bizim eksikliğimiz. Bakın ben bir üniversite mezunu olarak, eğitimli bir kişi olarak bilmiyorsam, bu bizim ayıbımız diye düşünüyorum. Sonra işte ilk Van ile tanıştığımda Van’ın Bahçesaray ilçesi ve Güney Yamaç köyü ile tanıştığımda oranın da birçok ölçüde Afrika’ya çok benzediğini fark ettim. O zaman sadece o ülkeler için değil kendi ülkem için de üzülmeye başladım ve bu ülkenin büyük önder M. Kemal Atatürk’ün istediği gibi medeni ülkeler seviyesine ulaşabilmesi için ben de yurttaş olarak neler yapabilirim diye düşünmeye başlamıştım. İşte bu sağlık çalışmaları bunların ilk adımıydı.

 

HD: Yani sosyal sorumluluk duygusunu hissetmeye başlamıştınız. Ben bunun neden altını çiziyorum? Çünkü programımızın adı gönüllülük ve sosyal sorumluluk. Kişi olarak bu sorunları görüp sosyal sorumluluğu hissederek bu çalışmalara başlayıp sonunda da genişlettiğinizi biliyorum. Biraz da başka neler yaptığınızı öğrenebilir miyiz?

 

AY: Bu sosyal sorumluluk bilinci bütün dünyada da yeni, ülkemizde daha da yeni biliyorsunuz. Ama ben çocukluğumdan hatırlıyorum; işte annem babam en azından çevremize, komşularımıza karşı duyarlı olup onlara karşı bir sosyal sorumluluk duymamızı bize öğretmişti. Ama bu çok küçük bir şey. Hâlâ görüyorum, birçok anne baba çocuğunu iyi eğitmeye çalışıyor. İyi eğitirken ona şu mesajı veriyor: “Güzel kızım, yakışıklı oğlum, iyi oku, iyi bir meslek sahibi ol. Kendine, ailene yararlı ol!” Ama bir şey söylemeyi unutuyorlar. “Bu ülkeye yararlı bir yurttaş ol” demeyi.

 

HD: Sizi bilmiyorum da benim babam hep şöyle dedi: “Öncelikle vatana millete yararlı ol” diye bir şey vardı. Cumhuriyetin ilk kuşağının farklı bir yapısı vardı sanıyorum.

 

Üniversiteye motivasyon programı

 

AY: Tabii, biz de öyle büyüdük ama şimdi olmadığı için bunu söylemek istiyorum. Onun için bütün anne babaların daha bebekken çocuklarına sosyal sorumluluk aşılamaları gerektiğine yürekten inanıyorum. Çünkü o kıvılcım gittikçe büyüyor ve bütün Türkiye’yi sarıyor. İşte bu çalışmalar biraz önce söylediğim gibi beni tabii ki çok zenginleştirdi ve bu arada Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nde (ÇYDD) 1995 yılından itibaren çok aktif çalışıyorum. Ama Anadolu’yu, kırsal kesimleri de çok iyi tanıdığım için bu çalışmalarımızı kırsal alana taşımak gerektiğine inanarak ilk defa Şırnak’ın 
İdil ilçesinde 1996 yılında bir proje başlattık. BİZİM İDİL Projesi adı altında. Bu projeye o yıl birçok STK da katıldı gönüllü olarak. Neden “İdil” diye sorarsanız, yine ben bir sağlık projesi için orada bulunuyordum. O dönemin kaymakamı Hüseyin Parlak ile tanıştım. Kendisi son derece heyecanlı, eğitime oldukça duyarlı ve İdil’de çalıştığı için öncelikle İdil oldu, ama bütün Türkiye’nin eğitim yolu ile kalkınacağına yürekten inanarak bu konuda neredeyse 24 saat çalışan bir idareciydi.  Onun o heyecanından ben de çok etkilendiğim için biz de İdil’de bir “Bizim İdil Projesi”ni gerçekleştirdik.

 

Doğaçlama bir proje. Bu projede amaç eğitimi iyileştirmek. Terör bölgesi olduğu için ne yazık ki o güne kadar birçok ilköğretim okulu kapalıydı köylerde. Çocuklar son 6-7 yıldır hiç okula gidememişlerdi, okullar kapalı olduğu için. İlçe merkezindeki çocuklarımız belki liseyi bitirebiliyorlardı ama ondan ötesini düşünemiyorlar, göremiyorlardı. Öncelikle biz bu kapalı olan köy okullarını muhtarlar, köylüler, kaymakam ve bizim desteğimizle onararak, ihtiyaçlarını eksiklerini yerine koyarak açtık. Hatta okullar açıldıktan epey sonra açılmıştı bu okullar. Dolayısıyla o okullarda sömestr tatili yapılmadı, eksikliklerini kapasın diye.

 

O günlerde hiç unutmuyorum, Tayfun Talipoğlu da bir program yapmıştı bu okullardan biri ile. Ben de televizyondan izlediğim kadarıyla biliyorum. İnanın 7 kardeş o yıl ilk defa aynı sınıfta okuyordu. Bu 7 kardeşin en büyüğü 14 yaşında en küçüğü 7 yaşındaydı. Soruyordu en büyüğe “Neden kardeşlerinle aynı sınıfa gidiyorsun?” diye. “Daha önce okul olmadığı için.” Bu tabii çok acı bir şey. Sadece devletimizin eksikliği değil, bence bütün TC yurttaşlarının hatası, eksikliği diye düşünüyorum. Artık o günden itibaren bütün köy okulları açık, bütün çocuklar okula gidebiliyor. Bunun dışında tabii lise öğrencilerini üniversiteye yönlendirmek, onları üniversiteyi kazanmaları konusunda heyecanlandırmak için bazı projeler yaptık. Bunlardan bir tanesi İdil Lisesinin son sınıf öğrencilerini sömestr tatilinde İstanbul’a getirdik. İki hafta boyunca onlar yoğun üniversite hazırlık kursuna gittiler yarım gün. Diğer yarım gün de İstanbul’un kültürel, turistik yerlerini gezdiler, gördüler ve o motivasyonla o sene ilk defa 7 kişi birden üniversiteye girdi. O güne kadar bir kişi bile kazanamamışken. Bu olay 1997 yılında gerçekleşti. O gün bugündür bu proje devam ediyor. Her yıl İdil Lisesinin son sınıf öğrencileri, deprem olana kadar İstanbul’a geliyorlardı ama depremden sonra İzmir’e götürüyoruz. İzmir’deki ÇYDD şubesi onları ağırlıyor. Bu proje diğer ilçelere de örnek oldu. Bizim birçok şubemiz Siirt’in Eruh’undan, Ardahan’ın Damal’ından, Posof’undan başarılı lise son sınıf öğrencilerini il merkezlerinde konuk ederek, onlara bir heyecan, motivasyon katarak üniversite öğrencisi olmalarını sağlıyorlar.

 

Bakın biraz önce söz etmiştim, iki yıldır 100. Yıl Üniversitesinde görev yapıyorum diye. Burada yaklaşık 40 kadar İdil’li öğrencim var. Sadece Van’da değil, Türkiye’nin diğer üniversitelerinde de toplam 100’den fazla öğrenci. Bazıları bitiriyor. Biz onları yıllar içinde mezun ettik. Onlar bu sefer başka kardeşlerini motive ediyorlar. Her gün aşağı yukarı bir telefon geliyor bana. Ağabeyi ya da ablası üniversite öğrencisi ama kardeşleri lise sona geçmiş. “Ne olur ona da destek verebilir miyiz, dershaneye gönderebilir miyiz? Onun da üniversiteyi kazanması lazım” diye. Yine her yıl orada halka moral, motivasyon kazandırmak için kültür, eğitim şenlikleri düzenliyoruz. Tabii sadece İdil ile kalsak yeter, İdil’i anlatmakla bitmez, ben de İdil’i çok sevdiğim için.

 

Çağdaş Kızlar Projesi

 

HD: Bir maya çalınmış, o tutmuş.

 

AY: Evet, o tutmuş. Bugün İdil’e gittiğim zaman ben farklılıkları çok net görebiliyorum. İlk yıllarda herkes İdil’den göç etmeye çalışırken, şimdi geri göç etmeler çoğaldı. İdilliler eğitime çok önem veriyorlar. Barış ve huzur içinde yaşamaktan büyük keyif alıyorlar, bunu kaybetmek istemiyorlar. İdil’de bir sivil inisiyatif; İdil’i Güzelleştirme Derneği kurdu İdil’li gençler. Onlar yine soruyorlar, “Cumhuriyetimizin 80. yılını biz kutlamaya hazırlanıyoruz, birlikte kutlayalım mı, neler yapalım?” diye. Bunlar tabii çok anlamlı, güzel şeyler. İdil’den de birçok şey öğrendik. Bakın o ilk yıllarda İdilli çocuklar, gençler, kadınlar bana “Sizin bizden farkınız yok ki” diyorlardı. Bu çok acı bir şey. Biz aynı ülkenin insanlarıyız. Biz bir ailenin bireyleriyiz. Ama işte birbirimizi tanımadığımız için hani “gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” diye bir şarkı var, ona inanmıyoruz. Gitmediğimiz, görmediğimiz yer bizim değildir. Gitmediğimiz, görmediğimiz için tanımamışız, bilmemişiz. O nedenle, işte Türkiye’nin, herkesin kendi olanağı buna yetmeyebilir. Ama birçok yerini tanıyor olmak, biliyor olmak gerçekten büyük bir zenginlik. Ben buna inanıyorum. İdil ile başlayan bu proje tabii Türkiye’nin diğer ilçelerine, illerine de yayıldı.

 

HD: İdil, sizin bu olayı başlayıp yaygınlaşması, mayalanması açısından çok önemli bir çalışma olmuş. Sizin ifadenize göre bu proje yayılmaya başlamış. Bu anlamda Bizim İdil Projesi kaç yerde uygulanır hale geldi?

 

AY:  Şöyle diyelim; tabiiİdil’deki bu çalışmayı biz İdil’in mülki idare amiri Hüseyin Bey ile birlikte gerçekleştiriyorduk. Gerçekten bu çalışmalarla biz çok değerli, hatta gözleri parlayan, heyecanlı kaymakamlarımızı, valilerimizi tanıdık. Onlar yine büyük şehirde bizim için çok ulaşılmazlar. Biz onları ismen biliriz ama hiç tanımayız, hiç görmeyiz, hiç onlarla konuşmayız. Ama onlar bulundukları ilçe ya da ilde, başta çocuklar olmak üzere herkesin gerçekten sevgilisi. Onlar TC’nin en uzak noktasında yaşamasında, İstiklal Marşının okunmasında, Türk Bayrağının dalgalanmasında çok önemli öğeler diye düşünüyorum.  O gencecik kaymakamlarımız çok güzel şeyler başarıyorlar. Hepsi çok mütevazılar. Bunları dile getirmiyorlar, bizim görevimiz diye. Dolayısıyla büyük şehirdeki bizler onlardan bihaberiz. Onları tanımıyoruz, onların yaptıklarını bilemiyoruz.

 

İşte İdil’e bizden uzatılan el diğer kaymakamların da bize de bir el uzatılsın denmesine neden oldu. Bu çalışmalar birçok ilçemizde devam ediyor. Ama bu ilçelerde asıl söylemek istediğim, kız çocuklarının eğitimi için başlattığımız proje. Çünkü kırsal bölgelerde kız çocuklarının okula gitme oranı çok çok düşük. Yine kaymakamlarla birlikte Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları projesini gerçekleştirdik. Türkiye’nin 33 ilinin 179 ilçesinde toplam 5000 kız öğrenci 4 yıldır eğitim bursu alıyor. 6. sınıfta başlayıp lise sona kadar devam ediyor bu proje. Böylece kızlarımız bu destekle okuyabiliyor. 5000 kız 5000 aile, ortalama 25000 kişi eğitimden yararlanıyor demektir. Bu nedenle Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları projesi de yine İdil’den sonra doğan projelerimizden bir tanesi. Yine kızlarımızın liseye gitmesi için ilçelerde ve illerde kız öğrenci yurtları yapılması, okul öncesi eğitme önem verdiğimiz için bir çok yerde yaklaşık 50 merkezde yine kırsal bölgelerde ana sınıfları yapılması gibi çok projelerimiz var. Bütün bunlar bizi güzelleştiren, zenginleştiren olumlu anlamda farklılaştıran çalışmalar.

 

HD: Bu projeye maddi, manevi destek vermek isteyenlere ne önerirsiniz?

 

AY: Tabii bütün bu çalışmaları, biraz önce söylediğimiz gibi bir yurttaş sorumluluğu bilinci ile ama mutlaka bir örgüt içinde yapmanız gerektiği için ÇYDD içinde yapıyoruz. ÇYDD Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda çağdaş eğitim yolu ile çağdaş ülke seviyesine ulaşmayı amaçlayan bir dernek. 1989 yılından beri bu amaç için uğraşıyor. Derneğimizin genel merkezi İstanbul’da. Telefon numarası (0212) 252 44 33 / 292 62 82. Buradan Kırsal Alan Koordinatörlüğü ile iletişim kurarlarsa ülkemizin Van’ında, Kars’ında, Hakkari’sinde, Şırnak’ında eğitim için verecekleri destekleri biz değerlendirebiliriz.

 

HD: Çok teşekkürler Ayşe Hanım. Bir program daha hakkım baki. Görüşmek üzere.

 

(27 Ağustos 2003’te Açık Radyo’da yayınlanmıştır. Deşifre eden: Kevser Yavuz.)